Sabah Gazetesi-Prof.Dr.Feyza Çinicioğlu Röportaj Tam Metin

30 September 2015

 src=

- Temelleri İstanbul'da atılan bir bilim olan zemin mekaniği ve geoteknik mühendisliği hakkında bilgi verir misiniz?


İnsanlar var oldukları ve barınma ihtiyacınıkarşılamaya başladıkları günden beri barınaklarınızeminin içine veya zeminin üstüne yapının tüm yükünü zemine aktararak yapmak zorunda kalmışlardır. Böylece bir bakıma; insanlık tarihi boyunca Zemin Mühendisliği vardır denilebilir.
Medeniyetin gelişimine paralel olarak insanlık tarihi zemin mühendisliğinin dalga dalga değişimine ve gelişimine şahit olmuştur.Dünya ölçeğinde baktığımızda; ilk aşama barınak ihtiyacı olarak ortaya çıkmışken; ikinci aşama sermaye birikimi; sanayi devrimi ve artan şehirleşmenin körüklediği altyapı yatırımlarının artışı sürecinde gerçekleşmiştir. Bu süreçte borular; kanallar ve benzeri belediye hizmetleri yeraltına gömülmeye; köprüler; barajlar; limanlar; tüneller; metrolar yapılmaya başlandı. Böyle büyük altyapı yahut üstyapı projeleri zeminle çok daha yoğun bir etkileşim içinde inşa edilmek zorundadır. Bu da zeminin özelliklerini ve davranışını iyi bilmek gerekliliğini ve bu bilgi birikimini bilimsel bir disiplinin sistematiği içerisinde evrenselleştirme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Bu ihtiyacı fark eden öncü isim; Zemin Mekaniği’nin babası olarak da adlandırılan Karl von Terzaghi’dir.Terzaghi; 1915-1918 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu Mühendis Mekteb-i Alisi’nde (bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi); 1918-1925 yılları arasında da Robert Kolej’de (Bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) öğretim üyesi olarak çalışmış ve Zemin Mekaniği’nin bilimsel bir disiplin olarak evrensel ölçekte kabul edilmesini sağlayan temel ilkeleri ve kuralları bu dönemde oluşturmuştur. Dolayısıyla; Zemin Mekaniği biliminin doğum yeri İstanbul’dur.
Elbette Terzaghi’den önce de asırlar boyunca büyük ve anıtsal yapılar; altyapı uygulamaları yapılmıştır. Mimarlar ve mühendisler onları sağlam olarak inşa etmenin yollarını bulmuşlardır; fakat Pisa kulesi örneğinde olduğu gibi karşılaşılan sorunların kaynağı çoğunlukla zeminle ilgili bilgilerin yetersizliği olmuştur. Zeminin yapıyla birlikte davranışını tanımlamak için sadece jeoloji bilgisinin veya tahminler; varsayımlar ve yerel tecrübelerden kaynaklanan bilgilerin yetmediği görülmüştür. Terzaghi; zeminler için mekanik ve hidrolik kanunları uygulayarak zemin mekaniğinin temel prensiplerini ve kurallarını ortaya koymuştur. Terzaghi’nin geliştirdiği hesap ve bağıntılarla zemin davranışı sayısallaştırılabilir ve hesaplanabilir bir sistematik içinde tanımlanabilir hale gelmiştir.  Böylece; zemin mekaniği gelişen teknolojinin ve medeniyetin gerektirdiği uygulamaları gerçekleştirmek için evrensel ölçekte anlaşılabilir ve uygulanabilir bir niteliğe kavuşmuştur. Dikkat edilirse sıklıkla  “zemin davranışı” ifadesini kullanıyorum.  Çünkü zemin mekaniği ve geoteknik mühendisliğinin esas meselesi budur; zeminin ne olduğu ve özelliklerinin neler olduğunu bilmekten öte zeminin yapı yüklerinin etkisi altında ve yapıyla birlikte nasıl davranacağını öngörmek; hesaplamak; olası sorunları önleyecek çareleri bulmaktır. Bu yüzden de zemin mekaniği ve geoteknik mühendisliği İnşaat Mühendisliğinin olmazsa olmaz parçasıdır. Nitekim tüm dünyada geoteknik anabilim dalı inşaat mühendisliğinin ana bilim dalı olarak yapılanmıştır. Çünkü inşaat mühendisliği; yol; baraj; liman; bina; köprü; viyadük; tünel; boru sistemleri ve benzeri her türlü yapısını zeminin içinde destek arayarak yapmak zorundadır. Bunun sonucunda yapının sağlamlığı ve güvenliği sadece gözle görülen yapı bileşenlerinin özelliklerine değil; aynı zamanda belirsizliklerin çok daha fazla olduğu yapının temellerini barındıran ve temellerden aktarılan etkileri çok derinlere kadar hisseden zemin ortamının bu etkilere dayanabilme yeteneğine bağlıdır. Geoteknik mühendisliğinin görevi de her tür zeminde her tür yapıyı; zeminin tepkilerini doğru değerlendirerek; yükleme ve uygulamayı zemine; onun güvenlikle kabul edebileceği sistem içinde aktararak ve gerekiyorsa ilave iyileştirme ve destek sistemleri oluşturarak yapabilmeyi mümkün kılmaktır.
Zemin mekaniği bilimi ortaya çıkmadan önce zeminin gözle görülebilen yüzeysel bölgelerinden daha derine gidildikçe zeminin özelliklerinin yapılacak yapı üzerinde ne gibi etkilerinin olabileceği bilinmiyordu. Zemin davranışının nasıl ilk başta ölçülen ve görülenden farklı olabileceği; yükün etki ettiriliş özelliklerine bağlı olarak zeminin nasıl kıvam değiştirebileceği konuları bugün hala önemli araştırmalara konu olmaktadır. Meslekten olmayanlar zemini sadece bir katı madde ve katı tanecikler olarak düşünür. Hâlbuki zemin; katı taneleriyle; tanelerin arasındaki boşluklara yerleşmiş su; havayla bir bütündür; doğal prosedürlerle oluşmuş bir ortamdır ve bu ortam dış etkilerle; yüklerle ve uygulamalarla değişmeye açıktır. Öyle ki; herhangi bir uygulamanın başlangıcında katı ve dayanımı yüksek olduğu tespit edilmiş olan bir zeminin uygulama boyunca aynı özelliklerini koruyabileceğini iddia etmek bu konuda yeterli bilgi ve donanımla gereken geoteknik analizleri yapmadıkça mümkün değildir. Boşluklarındaki suyun hareketi veya basınçla gereğinden fazla yüklenmesi; zemin tanelerinin birbirini tutan yapısını bozarak zemini bir bulamaca dönüştürebilir.
Zemin mekaniği prensiplerinin anlaşılması beraberinde muazzam bir endüstrinin de doğmasına sebep olmuştur.  Her tür zeminde her tür yapının güvenle yapılmasını sağlayan bilgi birikimi ve beraberindeki yoğun teknoloji Zemin Mühendisliği’nin Geoteknik Mühendisliği’ne evrilmesine sebep olmuştur. Böylece; Geoteknik Mühendisliği teknoloji yoğun bir alan ve İnşaat Mühendisliği içinde yer alan bir bilimsel disiplin olarak evrensel yerini almıştır. Zemin mekaniği biliminin ortaya çıktığı ilk yıllarda bile Terzaghi raporlarını hiçbir zaman “Zemin Mühendisi” olarak imzalamamıştır; çünkü kendisini her zaman problemin bütününü görmeye çalışan bir teknik danışman; bugünkü anlamıyla geoteknik danışman olarak görmüştür. Nitekim zemin mühendisliğinin geoteknik mühendisliğine evrilmesinin gerisinde yatan ihtiyaç da budur. Geoteknik uzmanlığı hem yapının hem de zeminin özelliklerini bir arada değerlendirme yetisini kazandıracak bilgi birikimini ve mesleki formasyonu gerektirir.


- Zemin davranışının araştırılması ve hesaplanabilir hale getirilmesi; genel yaşam kalitesine ve güvenliğine ne gibi katkılar sağlıyor? 


Medeniyetin gelişmesine paralel olarak insanlara daha iyi fiziksel şartlar altında yaşanabilir bir dünya oluşturmak görevi inşaat mühendislerine düşen görevdir. İnşaat Mühendisliği yoğun bir entelektüel birikimi barındırır ama entelektüel bir uygulama değildir. İnşaat Mühendisliği eylem odaklı bir meslek dalıdır. Köprüler inşa ederek nehirleri; su yollarını; boğazları ve kanalları geçer; içilecek suları toplar; taşır; temizler ve dağıtır; atıkları zararsız hale getirecek uygulamalar yapar; insanların; eşya ve her türlü malzemenin taşınacağı ulaşım sistemlerini oluşturur; demiryolları; otoyollar; alt geçitler; tüneller; metro sistemleri; havaalanları; boru hatları; devasa boyutlara varabilen binalar; otoparklar ve b. inşa eder. Kısaca hayatı yaşanabilirhale getirir; medeniyeti büyütür; geliştirir; ilerleyen endüstri ve teknolojinin içine yerleşeceği ortamları hazırlar.  İnşaat Mühendisliği sırtına yüklendiği medeniyetin dişlilerini doğayla barışık fiziksel ortamlar içinde çalıştırmak görevini daima ayaklarını zemine basarak; sırtını zemine dayayarak yapmak zorundadır. İnşaat Mühendisliğinin her tür uygulamasının iki ana bileşeni vardır; 1)zeminden ayrı olan üst yapı olarak tanımlanan kısmı; 2) zeminle temas halinde olan ve etkilediği zemin kütleleri ile birlikte yapının desteğini sağlayan alt yapı olarak da tanımlanan gömülü yapı kısmı. Yapıların büyüklüğüne; zemine aktardıkları yüklerin dağılımına; yüklerin zemin ortamında oluşturduğu gerilmelerin dağılımına ve etkilenen zeminlerin özelliklerine bağlı olarak toplam yapı sisteminin davranışının mekanik prensipler çerçevesinde belirlenebilmesi oluşacak davranışın belirlenebilmesini; karşılaşılabilecek sorunların öngörülebilmesini ve alınacak önlemlerin doğru olarak seçilebilmesini mümkün kılar. Tabii burada şunu da ayrıca belirtmek gerekir ki; zemin mühendisliği bir bilim olma özelliğinin yanı sıra aynı zamanda sanat niteliği de taşır; çünkü zemin çok değişken bir malzemedir ve bilinmezlikleri çoktur. Dolayısıyla geçmiş bilgi ve tecrübelerle elde edilmiş birikimin ve bunların değerlendirilmesiyle ulaşılan amprik yaklaşım ve bağıntıların da zemin mühendisliğinde önemi büyüktür.
Eğer tıpkı yapının davranışının tasarım aşamasında belirlenebilmesi gibi; temel ve zeminin de yapıyla birlikte davranışını sayısal olarak belirleyen mekanik kanun ve kurallar olmasaydı; zeminler bu anlayış çerçevesinde değerlendirilemeseydi; o zaman bu günün teknolojisini uygulayabilmek; devasa yapıları her türlü zemin ortamında çevreye zarar vermeden; göçüklere sebep olmadan yapabilmek mümkün olmazdı. Aslında; sorunuzun cevabı son derece basit; eğer zemin davranışının araştırılması ve sayısallaştırılması bakımından geoteknik mühendisliğinin yarattığı birikim olmasaydı; bugün yaptığımız yapıları yapamaz; altyapı projelerini bugünkü seviyesinde gerçekleştiremez; yani sahip olduğumuz veya çok daha iyisine sahip olabileceğimiz yaşam kalitesine ve güvenliğine ulaşamazdık. Elbette; burada ifade ettiğim yaşam kalitesini sağlama ve güvenlik standardı bilim ve teknolojinin ulaştığı seviyede projelendirme ve yapım sürecinden geçmiş yapılar için vermiş olduğum bir tanımlamadır. Yoksa bilimin ve evrensel mühendislik normlarının gerektirdiği kuralları göz ardı edilerek yapılan yapılar genel yaşam kalitesi ve güvenlik için önemli bir sorun olmasının yanı sıra mühendislik ve iş ahlakı bakımından da önemli bir sorundur.
Bu konuyla ilgili olarak Terzaghi’nin Harvard Üniversitesi’ndeki İnşaat Mühendisliği öğrencilerine verdiği nasihat; mühendislik etiği konusunda ne ölçüde hassas olunması gerektiğine işaret etmesi bakımından önemlidir. Terzaghi; “ mühendislik asil bir spordur; fakat zaman zaman yanlışlıklar ve hatalar yapmak ister istemez söz konusu olabilir. Kendi hatanızı ilk bulan ve ilk ilan eden kişi olmayı hırs haline getirin. Eğer; mantıklı bahaneler yaratarak hatalarınızı inkâr etmeye kalkarsanız; bilin ki sahtekâr olursunuz” demiştir.
Sonuç olarak zemin davranışını anlama; sayısallaştırma ve araştırma bize doğru hesaplama; bilim ve teknolojinin geldiği güncel seviyede uygulama yapma imkânını sunar; bu imkânı en doğru şekilde kullanmak ise ahlaki borcumuzdur. Terzaghi’nin yakın çalışma arkadaşı Peck’in ifadesiyle “iyi mühendislerin mirası onlardan sonra gelecekler için daha iyi fiziksel şartlar altında yaşanabilir bir dünya bırakmaktır”.


- Türkiye'de farklı zemin yapılarının yer aldığı; depreme açık bir coğrafya. Bu çeşitlilik göz önünde bulundurulacak olursa; hangi zeminlerde nasıl inşaat teknikleri uygulanmalı; ne gibi tedbirler alınmalı ve nelere dikkat edilmelidir?


Haklısınız; ama dünyanın pek çok yerinde benzer durumlar söz konusu; çoğu bölgede çok değişken zeminler var ve her tür zeminin üzerine yapılan yapının özelliklerine; yapım uygulama yöntemlerine; afet; iklim değişimleri ve benzeri dış etkenlere bağlı olarak çıkarabileceği çeşitli sorunlar bulunuyor.  Evet; ülkemiz deprem kuşağında; topraklarının büyük kısmı; neredeyse % 96’sı farklı derecelerde deprem tehdidi altında; yine Türkiye topraklarının önemli bir bölümünde heyelan tehlikesi var ve bu tehlike hem deprem; hem de yağış ve benzeri sebeplerle her zaman tetiklenebilir bir tehlike. Diğer taraftan oldukça büyük ve artan bir nüfusa sahibiz; kaynaklarımız gün geçtikçe daha çok harcanarak tüketilmektedir; ekilebilir arazi ve ormanlar azalmaktadır; zemin bozulmaktadır.  Tüm bu şartlar altında sadece zeminin özelliklerinden hareket ederek; bu zemine sadece şu tür yapılar yapılabilir diye bir karar vermek; geoteknik biliminin bu günkü seviyesinin çok gerisinde bir değerlendirme olacaktır; hatta şunu da söyleyebilirim ki; geoteknik mühendisliğinin ortaya çıkış sebebine ve oluşumuna aykırıdır.  Ancak; sorunuzda çok doğru ifade edildiği gibi hangi tür zeminlerde ne tür inşaat tekniklerinin uygulanacağına doğru karar verilmesi hem uygulamanın sağlıklı ve güvenli yapılabilmesi hem de uygulama sebebiyle çevreye zarar verilmemesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Yirminci yüzyılın sonları ve Yirmi birinci yüzyılın başlarından itibaren bilim ve teknolojideki genel gelişmenin artan ivmesi geoteknik mühendisliğinin uygulama ve tekniklerinde muazzam gelişmelere yol açtı. Daha önce de ifade edildiği gibi zeminle ilgili sorunlar tek başına zeminin özellikleri ile açıklanamaz; yapılacak yapının özellikleri de çok önemlidir. Burada birkaç tipik örnekten söz edebilirim. Örneğin şev duraylılığının sorunlu olduğu yerler genellikle çok sert veya katı killerliden oluşmuş eğimli arazilerdir. Buralarda yapı yaparken yapının stabilitesi ile birlikte yamacın stabilitesinin; hatta tüm şevin stabilitesinin gözetilmesi çok önemlidir. Çok yüksek dayanımlı gibi görünen bu zeminlerin yatay dengeleri sorunludur. Gereken derin temel uygulamaları yapılsa bile zaman içinde biriken deformasyonların fazla sıkışmış olan bu zeminlerde dilatasyon etkisi ile genişleme davranışının başlamasına sebep olabilir. Bu tür zeminlerde sıklıkla rastlanılan su taşıyan kum mercekleri genişleme için gereken su kaynağı görevini görerek göçmeye sebep olabilir; öyleyse bu tür arazilerde; tabakalanmanın ve su taşıyan oluşumların çok iyi tespit edilmesi büyük öneme sahiptir; drenajın en önemli gerekliliklerden biri olduğu unutulmamalıdır.
Yumuşak zeminler yapılan uygulamalarla çok kolay deformasyona uğrarlar; yük taşıma yetenekleri çok sınırlıdır ve bu tür zeminler üzerinde yapılacak uygulamalarda bu zeminlerin ne ölçüde deforme olacağı; üzerlerine veya içine uygulanan yapılarda ve hatta çevre yapılarda ne boyutta oturma; farklı oturma ve deplasmanlara sebep olacağı mutlaka önceden detaylı araştırmalarla ve hassas hesaplarla belirlenmelidir. Aslında yumuşak zeminlere çok büyük yükler de taşıtılabilir; daha önce de ifade ettiğim gibi zeminin kıvamı ve dayanımı sabit değildir; uygun yüklemelerle değiştirilebilir ve istenilen seviyeye uyarlanabilir. Önemli olan hangi seviyede; hangi hızda yüklenen yükle nasıl davranacağını bilmek ve uygulamayı bu bilgilerin ışığında yapmaktır. Sert kaya içinde açılacak tünelin çapı ve ilerleme hızı ile yumuşak zeminin içinde açılacak tünelin boyutları; ilerleme hızı ve alınması gereken önlemler ve yapım yöntemleri de aynı değildir. Ama olabilecek sorunların önceden tahmin edilmesi ve uygulamanın uygun yapılması için gereken bilgi birikimi ve teknik uygulama çeşitliliği geoteknik mühendisliğinde mevcuttur. Toprak dolgular büyük alt yapı projelerinin en önemli bileşenidir. Bu konuda en güncel örneklerden birisi yapılmakta olan 3. Havalimanı projesidir. Bu alanda yumuşak zeminler üzerinde büyük yüksekliklerde dolgular inşa edilecektir. Dolgular yapılara nazaran zemine çok daha büyük yük aktarırlar; çünkü boşluklu değillerdir; betonla hemen hemen aynı birim hacım ağırlığına sahip sıkıştırılmış zemin kütleleri ile oluşturulurlar; hem kendi içlerindeki stabiliteleri problemlidir; hem de yumuşak zeminle birlikte stabiliteleri sorunludur. Ayrıca aktardıkları büyük yüklerin altlarındaki yumuşak zeminde yapacağı yükleme etkisinin temel zemini tarafından absorbe edilmesi süreci uzun yıllar gerektirir. Bu durumda bu süreci hızlandırmak için geodrenuygulaması gibi çeşitli yöntemlere başvurulur.  Stabiliteyi ve taşıma gücünü arttırmak için dolgu altına kazık veya zemin iyileştirme uygulamaları yapılır; geotekstil örtüler serilir; dolgu içindeki stabiliteyi arttırmak için de dolgu malzemesinin uygun hale getirilmesi; geotekstil donatılandırma ve benzeri pek çok yöntemin uygulanması söz konusudur. Bir diğer örnek olarak; doygun kum zeminlerin deprem sırasında sıvılaşma riski taşımalarından söz edilebilir. Bu risk önceden yeterli zemin araştırması ve sayısal analizlerle belirlenebilir ve sıvılaşan bölgenin sıvılaşmasını engellemek üzere iyileştirme yöntemleri uygulanabilir veya bina temelleri yahut bodrum katları derine indirilerek yapı sıvılaşma etkisinden korunabilir.
Bunlar ve bunlara benzer pek çok yöntem söz konusudur. Önemli olan tüm yapının ve zeminin uygulanacak olan her türlü yöntemin özellikleri ve etkileşim biçimleri dikkate alınarak bir arada geoteknik bilgiler çerçevesinde bütünsel değerlendirilmesi ile en uygun; ekonomik ve güvenli yani optimum çözümlerin bulunmasıdır.
 
- Kentsel dönüşüm projeleri; çarpık kentleşmeye karşı büyük bir mücadeleye önayak oldu. Ancak Türkiye'nin büyük bir bölümünde halen usülsüz inşa edilmiş çok sayıda yapı bulunuyor. Güvenliği tehdit eden bu konu hakkındaki görüşleriniz ve alternatif çözüm önerileriniz nelerdir?


Aslında çarpık kentleşme ifadesi çok geniş kapsamlı bir ifade; mevcut haliyle kentsel dönüşüm projelerinin çarpık kentleşmeye karşı ne ölçüde yeterli bir çare oluşturduğu konusunun bir parça tartışmaya açık bir konu olduğu düşüncesindeyim. Kentsel dönüşüm projelerinin ana hedeflerinden birisi sağlıksız ve güvensiz yapıların değiştirilmesini ve bu yapıların yerine deprem tehdidine karşı daha güvenli yapılar oluşturulmasını sağlamak olarak ortaya çıkıyor. Bir deprem veya afet durumunda binaların sağlamlığının birincil derecede önemli olduğu muhakkaktır. Eğer kentsel dönüşüm projeleri hak sahiplerinin haklarını koruyarak mevcut sorunlu binaların yerine sağlamlarının inşa edilmesini sağlayabilirse deprem güvenliği bakımından en azından bina bazında önemli bir fayda sağlanacaktır diye düşünüyorum. Konut ihtiyacı insanların temel ihtiyaçlarından biridir; fakat bunun ötesinde büyüyen ve gelişen şehirlerde gayrimenkul aynı zamanda çok önemli bir yatırım aracıdır. Kentsel dönüşüm artan emsal uygulaması ile gayrimenkul üretimi işlevi de görmektedir.  Bu konuda; mal sahiplerinin hukuki haklarının gözetilmesinin ve bu sürecin aynı zamanda bir ekonomik faaliyet olarak yürütülmesinin yanı sıra değişime uğrayan bölgenin ekonomik; fiziksel; sosyal ve çevresel koşullarını koruma ve/veya sorunlarına kalıcı bir çözüm de sağlanmaya çalışılmasının gerekliliği problemi çok zor hale getirmektedir. Bir diğer konu da yüzyıllar öncesinden bize kalan şehirlerin doğası; tarihi ve altyapısı ile bize sunduklarını yıpratmadan bu süreci gerçekleştirmektir. Şunu ifade etmek gerekir ki; büyük şehirlerin sağladığı fırsatların; fırsatçılığı teşvik etmemesinin sağlanmasında elbette kentlilik bilincinin de eğitim ve yaptırımlarla geliştirilmesi önemlidir.  Kentsel dönüşüm sürecinin çok kısa bir sürede tamamlanmasını beklemek pek mümkün değil. Böylesine bir acele amacın kendisine zarar verebilir. Bu süreci işletirken sürecin tasarımını çok iyi yapmak; gelişen teknolojinin sunduğu imkânlardan da yararlanarak şehrin altyapı sistemlerini geliştiren; sorunlara çok yönlü çözümler getiren inşaat uygulamalarına ağırlık vermek sadece güvenli değil; aynı zamanda modern ve yaşanabilir kentler yaratmak için gereklidir diye düşünüyorum.
Biraz önce zemin mekaniği ve geoteknik mühendisliği hakkında bilgi vermemi isteyen sorunuza verdiğim cevapta medeniyetin ve teknolojinin gelişimine paralel olarak insanlık tarihi geoteknik mühendisliğinin dalga dalga değişimine tanık olmuştur demiştim. Orada bahsettiğim ikinci dalganın ardından ortaya çıkan üçüncü dalga insan aktivitelerinin büyük ölçüde yer altına taşınması olarak tanımlanabilir. Son yirmi; yirmi beş yıldır ortaya çıkan bu eğilim; özellikle nüfus yoğunluğu çok yüksek olan gelişmiş ekonomi ve teknolojik imkânlara sahip olan ülkelerde önemli bir karşılık buldu. Bu kapsamda yer altında; ticari çarşı alanları; yer altı otoparkları; rekreasyon alanları; spor ortamları; konser salonları ve benzeri tesisler teknoloji yoğun geoteknik uygulamalarla gerçekleştirildi. Geoteknik mühendisliğindeki yeni gelişmeler daha öncekilerin yerine geçmek üzere değil onları da kapsamak üzere ortaya çıkmıştır. Her yeni dalga gelişme ile daha önce de yapılmakta olan geoteknik eylemler; daha gelişmiş yöntemlerle; daha büyük boyutlarda; daha güvenli olarak yapılabilir hale gelmiştir. Yirmi birinci yüzyılın başından itibaren ise dördüncü dalga olarak tanımlayabileceğimiz bir anlayış ortaya çıktı. Bu bağlamda; çevresel bilinci ön plana alan ve kaynakların sürdürülebilir kullanımını sağlamaya yönelik eylemleri de içeren geoteknik uygulamalar yapılmaya başlandı.  Örneğin; yer altının ısı yalıtım özelliği sebebiyle yer altı yapıları yer üstü yapılarına nazaran çok daha az enerji tüketmektedir. Ölçümler göstermiştir ki yerin bir metre derinliğinden itibaren ısı değişiminin yer altı ortalama ısısının değişimi üzerindeki etkisi azalmakta ve beş metre derinlikten itibaren yer altı ısısı tamamen sabit kalmaktadır. Amerika’da yer üstü yapılarının enerji tüketim miktarları ile yer altı yapıların enerji tüketim miktarlarını karşılaştırmak üzere yapılan çok sayıda ölçümler sonucunda yer altı yapılarının yer üstü yapılarına nazaran ortalama % 50 civarında daha az enerji tükettiği belirlenmiştir. Diğer taraftan Almanya’da da özellikle yüksek binalarda sıkça uygulanmaya başlandığı gibi yapıların enerji tüketim seviyelerini en aza indirmek veya kurulan sistemler vasıtasıyla tamamen karşılamak mümkündür. Ayrıca; büyük nüfusları barındıran ve nüfusu hızla artan İstanbul gibi kentlerde insanların yaşam alanları giderek sınırlanmakta; trafik baş edilemez hale gelmekte; neredeyse bir itişerek yaşama savaşı verilmektedir. Giderek büyüyen bu sorunların önüne geçmek için; yeni merkezler yaratmanın yanı sıra; şehir merkezlerinde de güvensiz binaların güvenli hale getirilmesi sürecinin her boyutu ile modern kentleşmenin kurallarına göre tasarlanması gerekmektedir. Bu süreçte; insan aktivitelerinin uygun olan bölümlerini çevre bilincini ön plana alarak ve ekonomiye katkı sağlayacak çözümlerle yer altına taşımak gerekli gibi görünmektedir. Böylesine bir kentsel planlama stratejisi için çok disiplinli ve bilinçli karar verme platformlarının değerlendirme sürecinden yararlanarak şehirlerin geliştirilme planlarının yapılmasının gerektiği düşüncesindeyim.


- Toplumsal bilinç anlamında bugün bulunduğumuz nokta hakkında neler söyleyebilirsiniz


Bu sorunun cevabı ülkemiz açısından üzücü. Biz zemin mekaniği ve geoteknik mühendisliği bilim dalının temelleri ülkemizde atıldı diye övünüyoruz ama ne yazık ki; ülkemizde bu mesleğin evrensel normlarda yürütülebilmesi için gereken idari yönetmeliklerde ve mevzuatta önemli sorunlar var. Geoteknik Mühendisliği toplumun genel yaşam düzeyini ve güvenliğini çok yakından ilgilendiren bir konu; ama aynı zamanda özel bir eğitim ve ihtisaslaşma gerektiren bir bilimsel disiplin. Bu bakımdan da standart vatandaşın bu konu hakkında net bir fikir sahibi olmasını beklemek kolay değil. Ancak; karar vericilerin; sistem kurucuların evrensel normları ve mesleki alanların tüm dünyada kabul edilmiş sınırlarını iyi değerlendirmesi; hazırladıkları kanun; tüzük ve yönetmeliklerde bu kurallara riayet etmeleri; meslek gruplarının baskısı altında kalarak popülist kararlar vermemeleri gerekir. Geoteknik mühendisliği ile ilgili çalışmaların geoteknik uzmanı olan inşaat mühendisi tarafından yürütülmesi gerekirken yanlış yönlendirmelerin etkisiyle; mahkeme kararlarıyla bunun aksini iddia etmek veya yetki karmaşaları yaratacak şekilde her meslek grubunu tatmin etmeye çalışarak işi paylaştırma gayretkeşliğine düşmek eninde sonunda geri dönülecek bir yoldur. Evet; tüm dünyanın sistematikleştirdiği akışı geri çevirmek mümkün değildir; ama zorlama kararlarla yapılması gerekeni değil de yanlışı yapmaya devam etmek; ülke ekonomisi; can ve mal güvenliği; ülkenin kaynaklarının doğru değerlendirilmesi bakımından kayıplara sebep olur ve ülkemizin gelişmişlik seviyesi ile bağdaşmaz. Toplumsal bilincin oluşabilmesi için öncelikle bu meslek dalının özellik; önem ve gereklerinin; kim veya kimler tarafından yapılması gerektiğinin kanun ve yönetmeliklerle doğru olarak tanzim edilmesi gerekir.  1999 depreminin ardından gelen ve günümüzde de devam eden yaklaşık 15 yıllık süreçte yanlış bilgilendirme ve propaganda çalışmaları sonucunda konuyla ilgili toplumsal bellek büyük ölçüde kaybedilmiştir. Yanlış bilgilenme ve konuyu kendilerine mal etmek isteyen meslek gruplarının baskısı sonucu getirilen yeni düzenlemeler çeşitli komşu meslekler ile İnşaat Mühendisliği; Geoteknik Anabilim Dalı arasında öteden beri süregelen mesleki alan kesişme ve çatışmalarını içinden çıkılmaz boyutlara getirdi. Geoteknik mühendisliğinin inşaat mühendisliğinin uzmanlık alanı olduğu tüm dünyadaki üniversiteler; mesleki kuruluşlar; bilimsel ve uygulama birimleri tarafından kabul edilmiş bir olgudur. Avrupa Birliği normlarında geoteknik mühendisi bu alanda özel ihtisasa sahip inşaat mühendisidir. Uzman bir inşaat mühendisi geoteknik etüt kapsamında jeoloji; jeofizik; bazen de kimya mühendisinin yapacağı incelemelere ihtiyaç duyar. Geoteknik alanında ihtiyaç duyulan birlikte çalışma gerekliliğinin birebir benzeri tıp alanındaki uygulamalarda vardır. Örneğin; bir cerrah ameliyat öncesi hematolojik; kardiyolojik; radyolojik vb. verilere ihtiyaç duyar ve ihtiyaç duyduğu verileri diğer uzmanlık alanlarındaki meslektaşlarından talep eder. Aynı şekilde geoteknik uygulamalar da geoteknik mühendisliği konusunda uzman olan inşaat mühendisinin kontrolünde yapılır.  İşin ilginç olan tarafı büyük yatırımlar yapan önemli kuruluşlar bu gerçeği çok iyi bilmekte ve çalışmalarını bu anlayışla planlamaktadır. Uluslar arası katılımlı projelerde uygulamanın başka türlü olması zaten söz konusu değildir. Ancak; her kuruluşta her ölçekte doğru uygulamaların yapılmasını gerektiren bir mevzuat oluşturulabilirse konuyla ilgili anlayışımızda; projelerin doğru uygulanmasını sağlamada ve denetlemekte önemli mesafeler kaydedilecektir. Bu noktadan sonra; geoteknik uzmanlarından toplumun beklentisi artacak ve geoteknik uzmanının bu beklentilere cevap verebilmek için en üst düzeyde hizmet sunma sorumluluğu büyüyecektir.